
Arıcılığa Dair
VARROA'YA KARŞI BİYOTEKNOLOJİK MÜCADELE
MProf. Dr. Kemal KARABAĞ Akdeniz Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarımsal Biyoteknoloji Bölümü

VARROA'YA KARŞI BİYOTEKNOLOJİK MÜCADELE Bal arısı (Apis mellifera), ekosistemin sağlıklı işleyişinde önemli bir rol oynar. Tozlayıcı olarak faaliyet göstermesinin yanında insanlar için değerli gıda ve sağlık ürünleri üretir. Ayrıca, haplodiploid üreme sistemi ve sosyal yapıları sayesinde bilimsel araştırmalarda model organizma olarak da kullanılır. Avrupa'da bal üretiminin ekonomik değeri 140 milyon euro iken, bal arılarının tozlaşma yoluyla bitkisel üretime katkısı 14,2 milyar euroya kadar çıkabilir. Dünya genelinde bal arısı tozlaşmasının ekonomik değeri ise 153 milyar euro olarak tahmin edilmektedir. Türkiye, dünyada 7 milyonun üzerinde arılı kovanla ikinci sırada yer alırken, arıcılık faaliyetleriyle yılda 1 milyon tonun üzerinde bal üretilmektedir. Ancak, ülkede verimlilik açısından eksiklikler yaşanmaktadır ve koloni kayıpları önemli bir sorundur. Bu kayıpların sebepleri arasında zayıf beslenme, parazitler, hastalıklar ve pestisit etkileşimleri bulunmaktadır. Parazitler ve patojenler, arıcılık endüstrisini ve genel olarak tarımı tehdit eden koloni kayıplarının temel nedenleridir. Bu parazitler arasında en büyük tehdit Varroa destructor olarak değerlendirilmektedir.

Varroa ile mücadelede mekanik araçlar, organik ve kimyasal ilaçlarla birlikte davranışsal yöntemler de kullanılmaktadır. Ancak, kimyasal ilaçların insan sağlığına zarar vermesi ve Varroa'nın direnç geliştirmesi gibi sorunlar nedeniyle alternatif çözümler aranmaktadır. Bu çözümler arasında kimyasal ilaçlara dirençli genotiplerin geliştirilmesi ve davranışsal direnç gösteren genotiplerin ıslahı da bulunmaktadır. Arıcılar, Varroa popülasyonlarını kontrol altında tutmak için çeşitli kimyasal maddeler ve mücadele yöntemleri kullanmaktadır. Ancak, kimyasal mücadele yöntemi düzenli olarak uygulandığında arıcılık maliyetlerini artırır ve arı ürünlerinde kalıntı ve direnç gelişimi gibi riskleri beraberinde getirir.Varroa ile mücadelede kimyasal yöntemler önemlidir ve çeşitli akarisitler kullanılır. Ancak, bu kimyasallar bal ve diğer arı ürünlerini sürekli olarak kirletebilir ve Varroa akarları bu kimyasallara karşı direnç geliştirebilir. Bu dirençli akar popülasyonları yayılarak daha büyük sorunlara yol açabilir. Varroa ile mücadelede kullanılan formik asit, oksalik asit, laktik asit ve timol gibi organik asitler ve esansiyel yağlar hafif akarisitler olarak bilinir. Bu bileşiklerin tekrarlı kullanımı direnç gelişimini azaltır, ancak değişken etkinlikleri ve düşük terapötik indeksleri (parazite etkili olma ile konakçıya zarar verme arasındaki dengenin düşük olması) önemli dezavantajlardır.Kimyasala dayalı olmayan, kovan manipülasyonlarını içeren alternatif mekanik yöntemler de Varroa ile mücadelede kullanılabilir. Ancak, bu yöntemlerin etkinliği düşüktür ve diğer mücadele teknikleriyle birlikte kullanılması gerekebilir. Ayrıca, iş gücü ve tecrübe gerektirirler ve sonuçlarının elde edilmesi zaman alabilir. Bilimsel çalışmalar, Varroa akarlarının arı kovanındaki işçi gözlerine göre erkek arı gözlerini tercih ettiğini göstermektedir. Erkek arı gözlerinin çekicilik süresi işçi gözlerine göre daha uzundur ve daha Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 T.C. ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 8 sık istila edilirler.

Bu tercihin nedeni, erkek arı larvalarının daha uzun süre ve daha yüksek miktarlarda cezbedici kimyasallar üretmesidir. Varroa akarlarının erkek arı larvalarına bazı kimyasallar sayesinde çekildiği, özellikle, erkek arı larvalarından elde edilen n-heksan özütlerinin Varroa'nın çekim tepkisine neden olduğu belirlenmiştir. Benzer şekilde, kapatılmadan önce erkek arı gözlerinden toplanan larval besinler, Varroa'nın güçlü çekim tepkileri vermiştir. Bu kimyasalların varlığı, işçi arı gözlerine uygulandığında da akar sayısında artışa neden olmuştur. Her yaşta açık petek gözleriyle temas halinde olan bakıcı arıların Varroaiçin daha cezbedici olduğu bilinmektedir. Eğer bir seçenek sunulursa, akarlar genellikle bakıcı arıları tercih etmektedir. Ancak, farklı yaşlardaki arılar arasında yapılan testlerde belirgin bir tercih farkı bulunamamıştır. Literatürde, Varroa ile mücadelede genom düzenleme teknolojilerinin kullanımına sadece bir çalışmada rastlanılmıştır (Yıldız ve Karabağ, 2023). Ancak, RNA interferansı (RNAi) gibi biyoteknolojik yöntemlerin uygulandığı çalışmalar mevcuttur. Campbellvd. (2010), Varroa üzerinde RNAi'nin uygulanabilirliğini, mu-sınıfı glutatyon S-transferaz genini (VdGST-mu1) hedef alarak göstermiştir. VdGST-mu1 geninin baskılanması, enjeksiyondan 48 saat sonra gerçekleşmiş ve baskılama en az 72 saat devam etmiştir. Ancak, enjeksiyon yöntemi yüksek mortaliteye neden olduğundan, dsRNA'nınVarroa'ya aktarılması için farklı yöntemler denenmiştir. Topikal uygulama başarısız olmuş, ancak akarları dsRNA solüsyonuna daldırma yöntemiyle dsRNA'nın aktarımı başarılı olmuştur. Campbell vd. (2016) tarafından yapılan bir başka çalışmada, Varroa'nın potansiyel kontrolü için B tipi allatostatin geni ve bir kabuklu hiperglisemik hormon (CHH) benzeri genin hedeflenebileceği gösterilmiştir. Allatostatin ve CHH benzeri genin çift sarmallı RNA interferans (dsRNAi) ile hedeflenmesi, Varroa üzerinde %85 ve %55 ölüm oranlarına neden olmuştur.Huang ve ekibinin (2017) araştırmasında, Varroa'nın yaşamsal fonksiyonlarında ve üremesinde etkili olan çeşitli genlerin susturulmasının Varroa akarının hayatta kalması ve üremesi üzerindeki etkileri belirlenmiştir. Bu çalışmada, mikroenjeksiyon yöntemiyle Da ve Pros26S genlerinin susturulmasıyla Varroa akarlarında yüksek mortalite gözlemlenmiştir. Ayrıca, RpL8, RpL11 ve RpS13 genlerinin susturulmasının Varroa'nın hayatta kalmasını etkilemediği, ancak yavru sayılarını azalttığı belirtilmiştir. Dolayısıyla, bu genlerin Varroa üremesini baskıladığı sonucuna varılmıştır. Bal arılarında beslenme yoluyla alınan ve sistemik olarak dsRNA'nın yayılabildiği gösterilmiş, bu da bal arılarından Varroa'ya yatay olarak dsRNA'nın aktarılabileceği ve arıların RNAi vektörleri olarak kullanılabileceği düşüncesini oluşturmuştur. Garbian vd. (2012), arılar tarafından beslenme yoluyla alınan dsRNA'nın Varroa akarına ve konakçılarına aktarıldığını göstermişlerdir. Bu dsRNA'nın arı ve Varroa arasında karşılıklı değişimini vurgulayarak, Varroa'nın yaşamsal genlerini hedefleyerek gen susturulmasına olanak sağlamışlar ve akar popülasyonunda %60'ın üzerinde azalma gözlemlenmiştir. Arazi koşullarında yapılan dsRNA stabilitesi çalışmalarında, dsRNA'nın 6 güne kadar şekerli su solüsyonunda dayanabildiği tespit edilmiştir. Cedeño vd. (2015) çalışması, bakteriyel olarak üretilen dsRNA'ların arılara beslenme yoluyla verilmesiyle arılarda ve Varroa dokularında dsRNA üretimini ve aktarımını sağladığını göstermiştir. Bu stratejinin sadece hastalık ve zararlıları kontrol etmekle kalmayıp aynı zamanda gen susturulmasıyla arıların fonksiyonel çalışmalarında da kullanılabileceği belirtilmiştir. Ancak, Varroa'ya karşı mücadelede RNAi kullanımının sürdürülebilir olduğu henüz kanıtlanmamıştır. Diğer taraftan Varroa'ya dirençli bal arısı kolonilerinin ıslahı ve yetiştirilmesi birçok ülkedeki araştırma guruplarının ve projelerin temel amaKIRSAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 9 cı olmuştur. Bazı bal arısı ırklarında herhangi bir müdahale olmadan koloninin hayatta kalabildiği gözlenmiş, bu durumun doğal seleksiyonla sahip oldukları bazı fizyolojik özelliklerden kaynaklandığı belirtilmiştir. Davranışsal direnç genellikle tımar davranışı ve hijyenik davranış olarak incelenmektedir. Hijyenik davranışın Varroa akarlarına karşı etkili bir mekanizma olduğu gösterilmiş ve ıslah edilen bal arılarının Varroa yükü üzerinde olumlu etkileri olduğu bildirilmiştir. Hijyenik davranış, genetik lokuslartarafından kontrol edilen kalıtsal bir özelliktir ve arıların hastalık veya parazit bulaştırılmış yavruları temizleme kapasitesini ifade eder. Hijyenik davranış üzerine yapılan çalışmalarda, bulaşık yavruların uzaklaştırılma oranının %9,2 ile %50'den fazla olduğu bulunmuştur. Başka bir davranışsal diren olan tımar davranışı, bal arılarının dış yüzeylerindeki yetişkin akarları uzaklaştırma ve etkisiz hale getirme sürecini içerir. Bu davranış, bal arılarının evrimleşmiş bir stratejisi olup hem birey hem de koloni sağlığını korumak için önemlidir. Andino ve Hunt (2011), laboratuvar ortamında yapılan tımar analizlerinde, arıların temizlediği akarların oranı ile kovan altlarına konan yapışkan levhalardaki hasarlı Varroa oranı arasında bir korelasyon olduğunu bulmuşlardır. Rosenkranz vd. (1997), İtalyan, Karniyol ve Afrika bal arısı ırklarında yapılan bir çalışmada, tımar davranışının akar hasarını %38,5 ila %45 arasında azalttığını tespit etmişlerdir. Aumeier (2001), yapay olarak istila edilen Karniyol arılarının %66'sının ilk 30 saniye içinde vücutlarındaki akarların varlığına tepki verdiğini belirtmiştir. Bak ve Wilde (2015), yapay olarak istila edilen arılarda Kafkas arılarının %86'sının akarlardan kurtulmaya çalıştığını gözlemlemişlerdir. vanAlphen ve Fernhout (2020), İtalyan ırkının %5,75 akar hasarı gösterdiğini bildirmişlerdir. Yıldız ve Karabağ (2022) ise İtalyan arısının tımar davranışının diğer ırklara göre daha yüksek olduğunu ve test edilen bireylerin %65'inin akarlardan kurtulmaya çalıştığını rapor etmişlerdir. Genom mühendisliği, özellikle CRISPR-Cas9 teknolojisi, Varroa destructor akarlarıyla mücadelede biyolojik olarak yönlendirilmiş bir yaklaşım sunmaktadır. CRISPR-Cas9, gen düzenleme ve manipülasyonunda son derece etkili bir araç olarak öne çıkmaktadır. Bu teknoloji, knock-out, knock-down, knock-in gibi genetik manipülasyonlar aracılığıyla hedeflenen genetik değişiklikleri kolaylıkla gerçekleştirebilir. Yıldız ve Karabağ (2023) tarafından gerçekleştirilen çalışmada, Anadolu bal arısı üzerinde CRISPR-Cas9 yöntemi kullanılarak Varroa'ya karşı dirençli işçi arılar elde edilmiştir. Bu çalışmada, gen susturma yöntemi kullanılarak, Varroa tarafından tercih edilmeyen bir genotip elde edilmiştir. Bu bulgu, Varroa'ya karşı gen düzenleme stratejilerinin mümkün ve etkili olduğunu göstermektedir. Jüvenil hormon yolağının CRISPR gibi moleküler yöntemlerle manipülasyonu, gelecekte kimyasal mücadeleye alternatif bir yaklaşım sağlayabilir. Bu, tarımsal girdi maliyetlerini düşürebilir ve çevresel etkilerini azaltabilir. Sonuç olarak, CRISPR-Cas9 teknolojisi, Varroa mücadelesinde önemli bir araç olabilir. Bu teknolojinin kullanımı, arıcılık endüstrisinde daha sürdürülebilir ve çevre dostu mücadele yöntemlerinin geliştirilmesine katkıda bulunabilir.
01/12/2025
ARICILIKTA İLAÇ KULLANIMI
YAPILAN HATALAR VE ÇÖZÜM YOLLARI
Prof. Dr. Levent AYDIN
Uludağ Üniversitesi Veteriner Fakültesi Parazitoloji Anabilim Dalı

Bal arısı hastalıklarında bilinenin tam aksine hastalık ve zararlılara karşı ilaç kullanımı yaygın değildir. Özellikle paraziter hastalıklar ve zararlılara karşı (Varroa, Acarapis, Tropilaelaps, Küçük Kovan Böceği, Braula, Nosema ve Galleria) kimyasal kullanımı zorunlu olabilir. Son yıllarda birçok kuruluş yem katkı etiketleri ile ilaç kullanımını özendirmesine rağmen bu tamamen ilaç ruhsatı alma prosedürünün zor olması nedeninden kaynaklanmaktadır. Ancak ilaç çözüm olduğu kadar yan etki ve kalıntı sorununu da birlikte getirmektedir. Günümüzde yaşam alanları ektoparazitlerden tamamen temiz bir ortam oluşturmak hemen hemen olanaksız görülmektedir. Gerek çevre faktörleri gerekse hedef alana ait faktörlerin bir araya gelmesi ve ektoparazitlerin göz ardı edilmesi ile birlikte insan ve hayvan sağlığını riske girmektedir. Ektoparaziter enfestasyonlara karşı mücadele doğru teşhis ile birlikte düşünülmelidir. Uygun program aşağıdaki piramit kombinasyonu gibi düşünülmeli ve bu yönde hareket edilmesi en uygun yol olacaktır. Burada amaç minimum ilaç kullanımı ile tüm zararlı ektoparazitlere karşı maksimum fayda sağlamak ve hayvansal-bitkisel ürün ile doğada bulunan yararlı artropodlara (Oribatidler vb.) en az zarar vermektir. Yararlı artropodların ortamda bulunması ektoparazit yumurta ve larvalarını tüketmelerinden dolayı karşı iyi bir savunma ve biyolojik temizlik için önemlidir. Temel amaç ektoparaziterenfestasyonlardan korunma olmalı ve kimyasal mücadele son nokta olmalıdır. Özellikle veteriner hekimlerin hayvanlar üzerinde kullandıkları preparatların çevre ilaçlama için uygun ve yeterli olmadığını iyi bilinmelidir. Birçok işletmede alanlarda veteriner ve zirai ilaçları çevre kontrol amacı ile kullanması sık görülen yanlıştır. Kimyasal İlaç Kullanım Kriterleri; 1- Hedefe yönelik olmalı (larvasid ve erişginlere karşı veya repellent) 2- Terapotik indeksi geniş olmalı ve su kaynaklarını kirletmemelidir. 3- Ektoparazitlerin o yöreye ait mevsimsel dinamiği iyi bilinmelidir. 4- Kalıntı ve biyogüvenlik normları (arınma süresi) açık ve net ifade edilmelidir. 5- Kullanım zamanı ve kullanım alanı (Açık/Kapalı Alan, Yüzey, Karışım) ile miktarı net belirtilmelidir. Mücadele Koruma Toksik Toksik olmayan Kimyasal önlemler Biyolojik önlemler Mekanik (fiziksel) önlemler Kültürel önlemler KIRSAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 13 6- Kolay uygulanmalı ve tekrar kullanım gerekliliğinin olup olmadığı belirtilmelidir. 7- Kalan ilaç kimyasal orijinal ambalajında saklanmalıdır. Bilinçli ve Güvenli İlaç Kullanımında Ana Hedefler - Kalite - Etkinlik - Güvenlik (İnsan, arı, arı ürünleri ve çevre için) - Ekonomi (Ekonomik kullanabilirlik, tedarik ve kullanım kolaylığı) Kışlatma sonunda koloni ölüm oranı; % 0-5 ise çok iyi % 10 ise kabul edilebilir % 10'dan fazla kayıp varsa zarar (DİKKAT BAŞKA NEDENLER VAR!!!!) EĞER BİR KOLONİDE VARROA VARSA DİĞER HASTALIKLARIN GÖRÜLMESİ NORMALDİR. Varroajacobsoni (Java) 1904 olarak bilinen etkenin, yapılan genetik-morfometrik çalışmalarla VARROA DESTRUCTOR (Akdeniz Ortadoğu) 2000 Kore hattı olduğu tespit edilmiştir. Varroa paraziti, latentviral enfeksiyonları yeniden aktive edebilir, arı virüslerine ve patojenlere vektörlük yapabilir, arıların bağışıklık sistemini baskılayabilir, açtıkları yara odaklarından farklı patojenlerin girmesine sebep olur. Ülkemizdeki tüm bal arısı kolonileri bu parazitle enfektedir ve tahmin edilenin üzerinde kayıp ve zarara sebep olmaktadır. Bal arılarında bakteriyel hastalıklara (Amerikan – Avrupa yavru çürüklüğü dâhil) karşı ilaç kullanımı Avrupa Birliği ve Ülkemiz yasalarına göre yasaklanmıştır. Bu nedenle bal arılarında ANTİBİYOTİK KULLANILMAMALIDIR. Arılarda hastalık ve zararlılara karşı kullanılan en önemli ilaçlar Varroa ilaçlarıdır. İlaçlar tam dozunda ve civar arılıklarla birlikte (Yöre/bölge) eş zamanlı olarak kullanılmalıdır (Toplu Mücadele). Varroa'nın arılara yaptığı zararlar • Yaşam kısalığı • Abdomen kısalması • Kanat ve ön ayaklarda deformasyonlar • Pupa ölümleri • Canlı ağırlık kaybı • Koloni gelişme hızında ve üretim etkinliğinde azalma • Kolonide yavru yetiştirmede azalma • Enfeksiyonlara karşı doğal direncin kaybolması, enfeksiyon kaynağı oluşturması • Yavaş Paraliz Virüsü (SPV), Deformasyon Kanat Virüsü (DWV), Akut Arı Felci Virüsü (ABPV), IAPV, KASHMIR ARI VİRUSU (CBV) Sacbroodvirüs Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 T.C. ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 14 VARROA MÜCADELE STRATEJİSİ VE KOLEKTİF ÇALIŞMA • Arı uçuşu 5 km içinde tüm arılıklar aynı ilaçla aynı gün uygulanması, • AYNI yöre (ilçe) en geç 3 gün içinde aynı ilaçla uygulama yapılması, • AYNI bölge (il) en geç 1 hafta içinde aynı ilaçla uygulama yapılması, • Ülkesel düzeyde mücadele için gerekli düzenlemelerin yapılması, • Zamanında, uygun ilaçla müdahale ve sürekli kontrol edilmesi, • 2-3 yılda bir ilaç değiştirilmesi, • Esas olan mücadele sonbahardır: Uzun süre kalıcılığı olan ilaçların kontrollü kullanılması, • Bireysel Mücadele Anlam İfade Etmez. • Zayıf Koloni İle Güçlü Koloni Aynı Arılıkta Bir Arada Olmamalıdır. • Arı Hastalıkları İçin Kovan Kaydı Tutulması Şarttır. • Gezginci Arıcılığa Dikkat!!! Daha koordineli olmalıdır. • En Az 3 Sezon Sonra Olumlu Sonuç Görülebilir. • Ruhsatlı Arı İlaçlarında Dirence Dikkat!!! • Balda Kalıntı ve Zamanlama önemlidir. KİMYASAL İLAÇLAR; a- Klasik Akarasitler Coumaphos (Organik fosforlu) ve Amitraz (Formamidin) içerikli ilaçlar, genelde tütsü, solüsyon veya tablet şeklindedir. Son yıllarda yavaş salınımlı Şerit preparat olarak da piyasaya sunulmuştur. Gerçekte kalıntı arınma süreleri uzun olduğundan SONBAHAR hasat sonrası kullanılmalıdırlar. SONBAHAR Kullanımında şeritler yaklaşık 8 hafta kovanda kalmalı ve sonra geri alınmalıdır. ERKEN İLKBAHAR (Gerekli yoğun enfestasyonlarda) en fazla 6 hafta kovanda kalabilirler ama tercih sebebi olmamalıdır. b-Yeni Nesil Kimyasal Akarasitler Sentetik pyrethroid olarak isimlendirilen Tau-fluvalinat ve Flumethrin etken maddeli ilaçlardır. Kalıntı düzeyleri düşük ama parazitin direnç gelişimine açık Şerit temelli etken maddelerdir. Hem sonbahar (8 hafta) hem de ilkbaharda (6 hafta) kullanılabilirler. İlaçlar maksimum 6-8 hafta kovanda tutulup mutlaka işlem sonunda geri alınıp yok edilmelidir. 12 0C çevre ısısının altında kimyasal ilaç uygulamanızın anlamı yoktur. İlaç kullanımını takiben çevre ısı ortalaması en az 6 hafta 12 0C 'nin üzerinde olmalıdır. İLAÇLARI ELDİVEN İLE UYGULAYINIZ. RUHSATSIZ VE MERDİVEN ALTI, NE OLDUĞU BELLİ OLMAYAN ÜRÜNLER ARICILARIMIZIN, ARILARIMIZIN VE TÜKETİCİLERİMİZİN DÜŞMANIDIR. EĞER KİMYASAL İLAÇ KULLANILACAK İSE ; UZUN SÜRE SALINIMLI ARI İÇİN RUHSATLI ŞERİT İLAÇLAR ÖNERİLİR. Ballıklar indikten hemen sonra uygulayın GEÇ SONBAHARI BEKLEMEYİN !!!!! KİMYASAL ŞERİT İLAÇLARIN AVANTAJLARI - GÜN İÇİNDE UYGULANABİLİR - 6-8 HAFTA KALDIĞI İÇİN KAPALI YAVRU GÖZÜ AÇILACAĞINDAN SÜREKLİ OLARAK VARROAYI ETKİLER - KULLANIMI KOLAYDIR - KALINTI ORANI DÜŞÜK VE BİYOGÜVENLİĞE UYGUNDUR - ARILARDA STRES ORANI VE BAL TÜKETİMİ DÜŞÜKTÜR. DEĞİŞİK AKARİSİTLERİN KOVANDAKİ KALINTI DÜZEYLERİ Yavru gözü > bal gözü >> şurup ≥ bal Flumethrin > Fluvalinate > Amitraz-Coumaphos KIRSAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 15 Ektoparaziter Dökme Tıbbı İlaçlar; Flumehtrin, Amitraz, Fenveralat, Coumaphos, Cypermehtrin ve Fluvalinat etken madde içeren ZİRAİ, ÇEVRE, MEMELİ HAYVAN İLAÇLARININ büyük baş, küçükbaş, pet grubu hayvanlarda, çevre ve bitki zararlılarına, bit, pire, kene kovucu ve öldürücü olarak hayvanların üzerine dökme ya da banyo uygulamaları yapılarak kullanılır. Pour-on (dökme) ürün içerisinde kullanılan propilen glikol, transcutol ve yağ bazlıemülgatörler ve petrol ürünler, etkenin deriye yapışmasını ve deri altına emilimini sağlamakta ve ürünü deri ve deri altı bağ dokuda en uç noktaya kadar taşımayı hedeflemektedir. Yani ana amaç etkenin deriye yapıştırılması vücuda emilmesi ve deri altı bağ dokuda tüm vücuda yayılmasıdır. Amitraz içeren banyo ürünlerinde ise benzer petrol türevleri ile etken çözülüp yine benzer taşıyıcılarla deride belli bir süre tutunma sağlanmasıdır. Burada fark deriden emilim yoktur. Kullanılan yardımcının kalitesi deride kısa bir süre etkenin tutulmasını sağlar ve yine temas etkilidir. Bu taşıyıcı da yapıştırıcı ve bulaştırıcı özelliğinden dolayı ARI şerit ürünler için tercih edilemez. Bu gibi ürünler ile hazırlanan kaçak ürünler ya da arıcıların hazırladığı ürünler konsantrasyon ayarlayamama daha da önemlisi bulaşma ve yapışma nedeni ile arı ölümlerinden kalıntı oranına kadar geniş bir yelpazede HEM ARIYA HEM DE ÜRÜNE CİDDİ ZARAR VERİR. Aynı zamanda (DOZ EKSİK/ FAZLA) varroa'da direnç oluşumuna sebep olur. Varroa tedavisinde kullanılan veteriner tıbbi arı ürünleri; Coumaphos, Amitraz, Taufluvalinat, Flumethrin etkenli kimyasal ürünlerde, etkenler çözücülerde çözdürülüp, duman, solüsyon, tablet ve/veya şeritlere emdirilip (Poylpropilen, ahşap, PVC) solventler uçurularak arılarda varroa'nın temas etki ile çalışması sağlanmaktadır. Burada kritik nokta ürünün dolayısı ile etkenin arıya temas (kontak) kurması ancak yapışma ve bulaşma olmaması amaçlanmaktadır. Sonuç olarak; hastalık mücadelesinde amaç çok ilaç kullanmak değil, organize ve bilinçli ilaç kullanmaktır. İyi bir arıcı arılarının kayıtlarını tutan, en az ilaç kullanımına ihtiyaç duyan ve arılarını koruyan arıcıdır. İyi bakım, iyi besleme, iyi koloni yönetimi, kaliteli ırk seçimi ve bilinçli ilaç kullanımı, güçlü kolonilere sahip olmak demektir. Güçlü koloniler ise kaliteli ve maksimum verim anlamına gelir. Arıcılıkta esas olan sonbaharda koloninin eksiklerini tamamlayıp kışa sağlıklı ve güçlü arılarla girip ilkbahara girişte işlerimizi kolaylaştırmak ve bu mevsimin gereklerini tam olarak yerine getirmektir.
TAM POLEN ÇEKMECELİ KOVANLARLA ÇALIŞMAK DAHA AZ VARROA DEMEKTİR.
01/12/2025
BAL ARILARINDA KIŞLAMA VE KIŞ ARILARININ OLUŞUMU, FİZYOLOJİK VE DAVRANIŞSAL ÖZELLİKLERİ

Prof. Dr. Halil YENİNAR Kahramanmaraş Sütçü İmam Üniversitesi Ziraat Fakültesi Zootekni Bölümü
Bal arısı kolonilerinin mevsimlere bağlı kesintisiz yıllık hayat döngüleri vardır. Kolonilerin yaşam aktiviteleri ve popülasyon dinamiği gibi değişimler,farklı mevsimlerde gözlenen farklı çevresel koşullara karşı oluşturulan farklı adaptasyonlarla devam ettirilir. İnsanların bakım ve yönetimi altında faaliyet gösteren bal arısı kolonilerinin yaşam gücü, üretkenlik, verimlik ve sürdürülebilirliği, arıcıların mevsim, iklim şartları, habitat ve bal arılarının biyolojik doğal yaşam döngüleri ile uyumlu yönetimsel uygulamaları devreye almaları ile mümkündür. Son yıllarda kışlama ve erken ilkbahar döneminde gözlenen yoğun koloni kayıpları ile bireysel arı ölümleri, kış arılarının fizyolojisi, davranışları ve biyolojik özelliklerinin bilinmesi ve koloni yönetim stratejileri ile azaltılabilecektir. Bu nedenle kış ve yaz arıları arasındaki ayrım giderek önem kazanmakta olup sürdürülebilir ve etkin arıcılık uygulamalarında kullanılabilecek önemli araçlardan bir tanesidir. Bal arıları çıplak gözle rahatlıkla fark edilen 3 farklı anatomik yapıda (ana, işçi, erkek) poliformik canlılardır. Kolonide erkek ( ) ve dişi ( ) olmak üzere iki cinsiyet bulunur.Dişi cinsiyet, fonksiyonel fertil dişi ana arı ( ) ve steril işçi arı ( ) olmak üzere çıplak gözle fark edilebilen 2 adet morfo-fizyololojik (dimorfik) kasttan oluşur. İşçi bal arıları ise,göz ile fark edilemeyen kısa ömürlü yaz ve uzun ömürlü kış arıları (diutinus) olmak üzere kendi içlerinde fizyolojik, metabolik ve davranışsal olarak farklılaşmış iki fizyololojik (dimorfik) ana kasttan oluşur. Kast, "kolonideki belirli işlevleri yerine getirmek için uzmanlaşmış, anatomik, fizyolojik ve KIRSAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 17 Kolonilerde Mevsimsel Adaptasyonlar Kış uykusu (hibernasyon, brumasyon, diyapoz); iklim ve beslenme koşullarının elverişsiz olduğu kış aylarında, düşük metabolizma hızı, düşük vücut sıcaklıkları ve minimal fizyolojik aktivite ile karakterize edilen, omurgalı ya da omurgasız ayrımı olmaksızın birçok canlı türünde gözlenenfizyolojik, biyokimyasal ve davranışsal adaptasyon mekanizmaları ile uzun süreli düşük metabolik ve fizyolojik aktivite hâlidir. Kış aylarını kış uykusuna yatarak (diyapoz) geçiren çoğu böcek ve arı türleri, kış aylarındametabolizmalarını baskılayarak hipometabolik (bazal metabolizma) durumda hayatta kalırlar. Kışlayan solier böcek ve yabani arı türleri, kış öncesi iklimin olumsuz etkilerini en aza indirmek için çevre şartlarının daha dengeli olduğu toprak altında veya çeşitli ortamlarda hazırladıkları termal izoleli kış yuvaları (hibernaculum) içerisinde minimum fizyolojik aktivite (basal metabolizma) ile canlı kalırlar. Bal arıları ise kışı geçirdikleri yuvalarını soliter soğuk kanlı böceklerin aksine toprak üzerinde yaparlar. Kış döneminde toprak üzerindeki yuva, kışlayan bal arısı kolonilerini, iklim koşullarına karşı daha savunmasız hâle getirir. Bireysel kışlayan soliter böcekler, kış aylarında canlılıklarını korumak için davranışsal ve fizyolojik tepkilerden yararlanarak düşük sıcaklıkların zararlı etkilerini en aza indirecek özel direnç mekanizmaları geliştirmişlerdir. Vücutta su tutulmasının azaltılması, düşük molekül ağırlıklı şekerler ve poliollerin biriktirilmesi ile gliserol gibi kriyoprotektan antifriz proteinlerinin sentezindeki artış, soğuğa karşı bireysel direnci artıran birçok biyokimyasal fizyolojik adaptasyon mekanizmalarından bazılarıdır. Hemolenfteki düşük molekül ağırlıklı şeker ve polioller, arıların kışlamasında ana kriyoprotektanlar olarak önemli bir rol oynamaktadırlar. Bal arılarında antifriz proteini (AFP), küçük ısı şoku proteini (sHsp) ve Vg genlerinin ekspresyonu, işçi arıların kış aylarındaki soğuk toleransını önemli ölçüde artırabilmektedir. Bal arısı kolonilerinde, kış mevsimine hazırlık noktasında gözlenen en önemli adaptif tepkilerden birisi de, kısa ömürlü yaz arıları popülasyonundan uzun ömürlü kış arıları popülasyonuna doğru çarpıcı bir değişimdir. Bu durum aktif tarlacılık, besin depolama ve yoğun yeni birey üretimi gerçekleştiren yaz kolonisinden, yavaş yaşlanan, kış salkımı oluşturabilen işçi arılardan oluşan kış kolonisine geçiştir. Bu dönüşümün merkezinde kış arıları olarak adlandırılan uzun ömürlü fizyolojik kasta ait işçi arılar bulunur. Bal arısı kolonilerinde kışlamaya özelleşmiş ayrı bir işçi arı kastının oluşumu, sert kış koşullarında kış uykusuna girmeden kolonilerin hayatta kalmasına olanak tanır. Ali İhsan Cansız Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 T.C. ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 18 Uzun ömürlü kış arılarının ana görevleri, yiyecek toplama/depolama ve üreme olmayıp koloninin kışın canlı kalmasını sağlayacak kış salkımı oluşturarak hipotermik şoktan korunmaya yönelik termo-regülasyon faaliyetlerine odaklanmalarıdır. Bireysel bal arıları kışa girmeden önce yaz sonu ve erken sonbaharda kışın canlılıklarını devam ettirecek miktarda vücut içi yağ dokularında "vitellogenin" formunda depo besin maddesi ile kolonideki petek gözlerde bal ve arı ekmeği (fermente polen) depolarlar. Yeteri kadar bireysel vücut içi gıda rezervi ile kış süresi ve şartları ile uyumlu miktarda kışlık bal ve arı ekmeği depolayamayan ve/veya çeşitli nedenlerle gıda rezervleri erken tükenen koloniler kış sonuna canlı çıkamazlar. Ayrıca kış arıları, kış aylarında ve ilkbahar başlarında vücut ve koloni içi (bal, arı ekmeği) gıda depolarının yardımı ile sınırlı miktarda ilk yaz arılarını yetiştirmekten sorumlu uzun ömürlü koloni bireylerdir. Kış Arılarının Oluşumu Bal arısı kolonilerinde polen ve nektarın miktarı, kalitesi ile biyoçeşitliliğin bol olduğu ilkbahar ve yaz aylarında ana arıların yumurtlamış olduğu diploid tüm yumurtalardan yaz arıları gelişir. Ancak yaz sonunda koloni içi ve dışı biyotik ve abiyotik değişiklikler ve karşılıklı etkileşimleri (apifilik floranın azalması, günlerin kısalması, sıcaklık düşüşü, polen miktarı ve besin madde içeriğindeki düşüş, biyoçeşitlilik azalması, kolonide yavru feromonunu azalması, tarlacı arı feromonunun (etil oleat) yükselmesi, bireysel hormonal değişikliklergibi nedenler sonucu nutrigenetik-epigenetik etkilerle uzun ömürlü (diutinus) kış arısı fenotipine fizyolojik geçiş başlar. Yaşanılan tüm biyotik ve abiyotik olgular kışın yaklaştığının ve koloniye kış arısı üretimine geçilme zamanının geldiğinin sinyalini verir. Pratik anlamda kış arısı oluşumunun arılıklardaki en belirgin göstergesi erkek arıların koloniden atılmaya başlanması sürecidir. Bal arısı kolonilerinde yaz arısından kış arısı durumuna geçiş, zamana bağlı olarak kademeli olarakgerçekleşir. Kış arıları yaz sonunda ve sonbahar başlarında yavaş yavaş ortaya çıkarlar. Mevsim kışa doğru ilerledikçe, kolonilerde uzun ömürlü kış arılarının oranı göreceli olarak artar. Ağustos ayı ile başlayan bu fizyolojik dönüşüm, Kasım ayı sonunda kolonilerdeki arı popülasyonunun tamamının kış arılarına dönüşmesi ile tamamlanır. Kış Arılarının Fizyolojik Farklılıkları Kış arısı kastına dönüşüm için çevresel şartların etkisi altında işçi arıların vücutlarında yüksek miktarlarda lipit ve protein birikimini gerekmektedir. Kış arıları, düşük jüvenil hormon (JH) düzeyleri, yüksek vitellogenin (Vg) ve hemolenf proteinleri ve büyük-gelişmiş hipofaringeal (HPG,arı sütü)salgı bezleri ile karakterize edilmektedirler. Kış arılarında gözlenen gelişmiş büyük HPG'lerin varlığı, yağ dokusu benzeri vücut içi depo organı olarak hizmet etmesinden kaynaklanmaktadır. Kış arılarıbu fizyolojik seviyelerini kış döneminde uzun sürekoruyabilmektedirler. Kısaca JH seviyeleri bakıcı ve kış arılarında düşük, tarlacı arılarda yüksektir. Buna karşılık kış arılarında Vg ve hemolenf proteinlerinin seviyeleri önemli ölçüde daha yüksektir. Bal arısı işçi arılarının ömür uzunluğu gibi bireysel fizyoloji ve davranışlarını etkileyen temel belirleyici madde, gliko-lipo-protein yapısında olan "Vitellogenin" isimli yağ doku (fat body) bileşeni olup kış (diutinus) arılarla ilişkilendirilen çeşitli özelliklerin tetiklenmesinde ana faktör konumundadır. Vitellogenin, yapısal olarak %91 protein, %7 yağ ve %2 şekerlerden oluşmaktadır. Bal arısı kolonilerinde sosyal organizasyon, işçi arı davranışları, oksidatif stres direnci, hücre temelli bağışıklık ve ömür uzunluğunu etkileyen çok önemli işlevler görmektedir. Vitellogenin polenlerin sindirim metabolizması sonucu işçi arıların vücutlarında üretilerek yağ doku bileşenlerinde depolanır. Ana arı ve üç günlük yaşa kadar genç larvaların beslenmesinde kullanılan arı sütü; işçi arıların baş, çene ve göğüs salgı bezlerinde vitellogeninden sentezlenerek üretilmektedir. Bakıcı ve kış arılarının yağ dokularında depolanan vitellogenin, polen yokluğunda kısıtlı miktar arı sütü salgılamasına olanak tanır. Yağ dokudaki vitellogenin miktarı, kış aylarındakimetabolik aktivite, iç-dış KIRSAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 19 parazit ve viral yükler ile çevre şartlarının etkisi altında zamana bağlı olarak hızla azalır. Kış döneminde gözlenen biyotik, abiyotik iç ve dış şartlar ile fizyolojik yaşlanmaya bağlı olarak zaman içerisinde kış arılarında JH seviyeleri yükselir, Vg ve kan (hemolenf) proteinlerinin seviyeleri azalarak HPG' salgı bezlerinin boyutu küçülür. Aşırı tüketim ve/veya yetersiz rezerv oluşumu nedeni ile gözlenen bu durum da işçi arılar çiçeklerin olmadığı soğuk mevsim şartlarında tarlacılık faaliyetlerine başlarlar. Mevsimsiz olarak kış döneminde tarlacılık faaliyetlerinde bulunan kış arıları, "Prematüre İşçi Arı" olarak adlandırılır. Prematüre işçi arı oluşumları erken ilkbaharda koloni ölümlerinin ana sebeplerinden birisini oluşturmaktadır. Bu nedenle koloni yönetim stratejileri ile prematüre işçi arı oluşumunu kolonilerin yıllık biyolojik döngüleri ile uyumlu hale getirilecek uygulamalar devreye alınmalıdır. Bahar yaklaştıkça, kış arıları, tarlacı arıların karakteristik özelliği olan yüksek JH, düşük Vg seviyeleri ile tarlacı arılara dönüşme yönünde fizyolojik bir geçiş başlatırlar. İç ve Dış Parazitler ile Virüslerin Kış Arılarına Olan Etkileri Bal arısı kolonilerinde sağlıklı ve yeterli sayıda kış arısı popülasyonu, vücut ve koloni içi gıda rezervleri ile birlikte koloninin kışın hayatta kalması için gereklidir. Koloninin hayatta kalması kış arısı sağlığına bağlı olduğundan, kış arıları oluşmadan önce dış ve iç parazitlerin eradike edilmesi önemlidir. Varroa destructor, extra-oral beslenme ile kışlama öncesi ve kışlama esnasında kış arılarının yağ doku vitellogenin ve hemolenf protein içeriklerini azaltarak bireysel arıların ömür kısalmasına neden olmaktadır. Varroa; kanıtlanmış 5, kanıtlanmamış 13 adet virüsün taşıyıcısı olup pupal dönemdeki yavrular ile ergin arıların intersegmental membranlarında delici-emici ağız parçaları aracılığı ile tutunma ve beslenme için açık yaralar oluşturmaktadır. Kış arılarının vücutlarında açık yaraların oluşumu, bakteriyel kontaminasyona ve sekonder hastalıkların da oluşumuna neden olabilmektedir. Ayrıca varroanın extra-oral sindirim enzimlerinin konakçıya aktarılması sonucu konakçıda yabancı sindirim enzimlerine karşı bağışıklık tepkilerive çeşitli komplikasyonlar ortaya çıkar. Tüm bu olgular konakçı kış arılarının bağışıklık yeterliliğini azaltarak viral yüklerin artmasına neden olur.Tüm bu olumsuz olgular gerçekleştikten sonra varroa parazitinin eradike edilmesinin arılara çok bir faydası olmaz. Bu nedenle varroa ile reaktif değil proaktif etkili mücadele hayati önem taşımaktadır. Subtropik ılıman iklimlerde arı popülasyonu yıl içerisinde genel anlamda temmuz ayında zirveye ulaşır ve Aralık ayında en düşük seviyeye düşer. Varroa sayısı da koloni popülasyon büyüklüğü ile orantılı olarak artar veya azalır. Bal hasadı sonrası kolonilerde tarlacı işçi arı sayısının hızla düşmeye başlaması ile birim işçi arı başına düşen varroa sayısı yaklaşık 6 kat artarak ağustos ayında en yüksek seviyeye ulaşır. Bu durum, kışlama öncesi kış arıların oluşum döneminde varroa/işçi arı oranının olumsuz olmasına neden olabilir. Kış arılarının ortaya çıkmasından önce Temmuz sonu - Ağustos başında bal hasadından hemen sonra mutlaka etkin varroa mücadelesi, kışlama başarısı için hayati öneme sahiptir. Eylül veya ekim ayında yapılacak varroa mücadelesi çok geç kalan uygulamalardır. Bir iç parazit olan nosema (Nosema cerena) ise gıda maddelerinin miktar, kalite ve biyoçeşitlilik olarak azaldığı kış arılarının oluşum dönemlerinde tüketilen gıdaya ortak olarak beslenme yetersizlikleri ve sindirim tüpünün yapısal bozulmasına neden olmaktadır. Bunun sonucu kış arılarının vücut içi kışlık gıda rezervleri yeteri kadar oluşturulamadığından kış ortası bireysel arıların vücut içi besin rezervleri erken tükenmektedir. Ana bal hasadından sonra kolonide hem varroa, hem de nosema'nın aynı anda birlikte bulunması, kolonilerin kışlama esnasında erken dönemde ölmelerine ve prematüre işçi arı oluşumuna neden olmaktadır. Son dönemde ülkemiz genelinde görülen kış dönemi yoğun arı ölümleri bu kapsamda değerlendirilebilir. Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 T.C. ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 20 Kışlatma Bölgeleri ve Genotip Etkileşimleri Karasal ve ılıman iklim şartlarına uyum sağlamış farklı ırk, ekotip ve ticari melezlerin kışlama fizyolojileri birbirlerinden farklıdır. Her arı her bölgede kışlayamaz. Ilıman iklim arıları, kışı yüksek popülasyonla, düşük miktar vücut içi gıda rezervleri ve fazla miktarda birim biyokütle kışlık bal tüketimi ile karakterize edilirler. Ilıman iklim arılarının kışları uzun süren karasal iklim şartlarında kışlatılmaları genellikle açlıktan ölüm ile sonuçlanır. Kışları uzun süren karasal iklim arıları ise az popülasyon büyüklüğü, yüksek bireysel vücut içi gıda depoları ve az birim biyokütle kışlık gıda tüketimi gösterirler. Çeşitli eko-coğrafik bölgelerden kışlama için subtropik ılıman iklim kuşaklarında (Akdeniz ve Ege sahil kuşağı) kışlamaya alınan bal arıları, doğal fizyolojik kışlama süreçlerini tamamlayamamaktadır. Kış döneminde yavru üretiminin kolonide kesintiye uğramaması hastalık, parazit ve zararlıların da yıl boyu sürekliliğini sağlamaktadır. Arıcıların kulanmış oldukları bal arısı genotipine uygun ve arıların yıllık biyolojik doğal döngüleri ile uyumlu yüksek rakımda (düşük oksijen seviyesi-hypoxia), soğukta (düşük metabolizma) kışlatarak erken ilkbaharda ılıman sahil kuşağına taşımaları fikrine hızla alışmaları gerekmektedir. Prematüre İşçi Arı Oluşumu Kış döneminde bal arısı kolonilerinde kaçınılmaz olarak koloni ölümleri ile popülasyon azalması meydana gelir. Kış arısı popülasyonun yeterince büyük olmaması, vücut ve koloni yiyecek depolarının yetersiz olması veya koloninin kışa bir hastalık, iç-dış parazit ve/veya yüksek virüs yükü ile girmesi durumunda kayıplar daha fazla meydana gelebilir. Ilıman bölgelerde bal arısı kolonilerinde %15 dolaylarındaki kış kayıpları normal değerler olarak kabul edilmektedir. Kış mevsimi erken ilkbahara doğru değiştikçe kış arıları fizyolojik olarak tarlacı arılara dönüşmeye başlar. Kış arıları, ilkbahar öncesi yavruları üretiminde vücutlarında kalan son vücut içi gıda rezervleri yeni yavruları beslemeye başlayınca yağ doku hücreleri de küçülmeye başlar. Yağ dokudaki depo besinlerin tüketimine bağlı olarak daha az arı sütü üretimi gerçekleştirilir. Sert ve uzun süren bir kıştan sonra olumsuz bahar şartları oluşursa kış arılarının sahip olduğu vücut içi gıda depoları tamamen tükenir. Geç kış ve erken ilkbaharda düşük Vitellogenin miktarı, prematüre işçi arı oluşumuna neden olur. Ilıman iklimlerde bal arısı kolonilerinde ilkbahar dönemi koloni gelişmesini sürdürecek yaz arıları yetiştirme faaliyetleri geç kış döneminde başlayaraknektar akışı, polen ve ısı artışına bağlı olarakilkbaharda zirveye ulaşır. KIRSAL HİZMETLER DAİRE BAŞKANLIĞI Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 21 Ek Besleme ve Premiks Kullanımının Kış Arılarına olan Etkileri Doğal olmayan endüstriyel gıda maddeleri ile premiks katkıları, bal arılarının sindirim tüpünde yaşayan farklı türdeki mikrobiyota sayısı, türünü ve yoğunluğunu değiştirerek sindirim bozuklukları ile sindirim tüpü epitel dokunun yapısal bütünlüğüne zarar vermektedir. Bu durum bal arılarında geçirgen bağırsak sendromu olarak adlandırılabilecek makro moleküllerin vücuda girmesine ve arı sağlığını olumsuz etkileyen otoimmün reaksiyonlara sebep olabilmektedir. Arıların sindirim tüpünde yaşayan doğal mikrobiyotanın çeşitli nedenlerle zarar görmesi, patojen mikroorganizmalarla iç parazitlerin sayısal yoğunluğunun artmasına neden olmaktadır. Bu durum arı sağlığını olumsuz etkileyerek immün dirençlerin azalmasına ve kış kayıplarının artmasına neden olmaktadır. Sindirim tüpünde yaşayan doğal mikroorganizmalar aynı zamanda pestisitlerin detoksifikasyonunda da görev almaktadırlar. Bağırsak mikrobiyotası zarar görmüş işçi arıların detoksifikasyon işlemleri tam gerçekleşmediğinden dolayı sub-lethal pestisit dozlarından ölebilmektedirler. Bal arısı kolonilerinde acil bir durum yok ise ek besleme olayı kışlama öncesi son bulmalıdır. Zaruri hâller dışında kış arılarının kış döneminde endüstriyel ve katkılı besinlerle beslenmesi prematüre işçi arı oluşunu tetiklemektedir. Bu durum yarardan çok erken ilkbaharda kolonilerin ölümlerine neden olabilmektedir. Unutulmamalıdır ki bal arılarının ağız yapısı yalayıcı – emici tiptir. Katı gıdaları tüketmeye elverişli değildir. Kışlamada karbonhidrat kaynağı olarak şeker hamuru (kek-fondant) kullanımında işçi arılar beslenmek için katı formdaki şekerleri sıvıya dönüştürmek zorundadır. Kış aylarında besin tüketiminden kaynaklanan bir miktar metabolik su buharı kovan duvarları ile örtü materyali üzerinde yoğuşarak sıvı su formuna dönüşmektedir. İşçi arılar tarafından toplanan metabolik su, petek gözlerde depolanan yoğun balın sulandırılarak tüketilmesinde kullanılmaktadır. Kış kolonilerinde üretilen bu su doğal kışlamada koloninin ihtiyacını karşılayabilir. Karşılanamayan su ise kış arıları tarafından çevreden toplanarak koloniye getirilmelidir. Kış döneminde su toplama faaliyetleri çoğu zaman dönüşü olmayan riskli ve ölümcül bir tarlacılık faaliyetidir. Endüstiyel besin maddeleri (şeker şurupları (enzimatik ve asidik invertasyon), şeker hamuru (kek-fondant)) ve premiks katkıları ile sonbahar ve kış beslemesi, zirai kimyasallarla bulaşık (pestisit, nitrit, nitrat) drenaj ve birikinti sularının katı besinlerin sulandırılmasında kullanımı, sub-lethal bitki koruma ürünlerine maruz kalma (elektrostatik partikül taşınımı), iklim düzensizlikleri, ılıman bölgelerde kışlatma, kışlama bölgesine genetik olarak uygun olmayan bal arısı ırk, ekotip ve ticari melezlerin kullanımı kış kayıplarını ve prematüre işçi arı oluşumunu olumsuz yönde etkilemektedir. Ülkemiz arıcılığında ek besleme denildiğinde ilk akla gelen endüstriyel şekerler ile karbonhidrat beslemesi akla gelmektedir. Hızlı iklim değişiminin ortaya çıkardığı mevsim kayması ve habitat bozunumuna bağlı olarak arıların polen kaynağı olan apifilik çiçekli bitki sayısı, zamanlaması ve polen kalitesi olumsuz etkilenmektedir. Yaz sonunda polen kıtlığı ve kalitesinin düşüşü ve fotoperiyot kısalımı ile beraber kış arılarının oluşumunu tetiklenmektedir. Kış arılarının oluşum sürecinde uzun süre ihtiyaçtan daha az polen erişimi ve tüketimi, kış arılarının yetersiz vücut içi gıda depolamasına neden olmaktadır. Bu durum kış döneminde bal arısı popülasyonları üzerinde olası olumsuz kümülatif etkiler oluşturmaktadır. Kışlama öncesi kış arılarının vücut içi yağ doku ve hemolenflerindeki besin madde depolarının zamanında tam dolmasını sağlayacak besin maddeleri (polen, arı ekmeği, polenli yemler, polen ikame yemleri, vs.) ile zamana yayılmış kısıtlı besleme protokollerine ihtiyaç duyulmaktadır. Proteince zengin besin maddelerinin bir seferde bol miktarda kolonilere verilmesi durumunda, koloniler kış arısı oluşumundan mevsim olarak istenmeyen yaz arısı üretim moduna geçerler. Bu nedenle kısıtlı beslemeyi düzenleyen kontrollü besleme ekipmanlarına ihtiyaç duyulmaktadır. Başkent Arıcılık Dergisi • Sayı 3 T.C. ANKARA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYESİ 22 Soğuk Hava Depolarında Kışlatma Ilıman kuşaktaki ülkelerde atmosfer gazları, ısı, nem, ışıklandırma ve ses gibi etmenlerin dijital olarak kontrol edilebildiği, bal arıları için düzenlenmiş soğuk hava depolarında kışlatılmaları sektörün sürdürülebilirliği ve geleceği açısından büyük önem taşımaktadır. Bu tür uygulamalar Kanada gibi kışları çok sert ve uzun geçen ülkelerde yaygın olarak kullanılırken son dönemde ABD gibi ülkelerde kış kayıplarını azaltmak için yaygınlaşmaya başlamıştır. Kış Salkımı Bir süper organizma olarak tanımlanan bal arıları diğer soğukkanlı böcekler gibi kış uykusuna yatmazlar. Kış aylarında bal arıları koloni halinde kovanda yaşamaları için gerekli çevre sıcaklığını sağlamaya yetecek kadar metabolik aktivite içerisindedirler. Subtropik ılıman ve sert karasal iklimlerde bal arısı kolonileri, kışı kış salkımı olarak adlandırılan farklı fizyolojik ve dinamik davranışsal oluşumlarla atlatırlar. Kış arıları, kış aylarında oluşturdukları kış salkımında ısıyı düzenleyerek (termoregülasyon) uzun süren soğuk kış döneminde hayatta kalırlar. Hava sıcaklığının 14 0C'nin altına düşmesiyle birlikte kolonilerde kış salkımı oluşumu başlar. Genellikle kış salkımı kovanın alt kısmından başlar ve bal depolarına erişmek için yavaşça yanal ve dikey olarak hareket eder. Kış salkımında merkezdeki işçi arılar uçuş kaslarını hareket ettirerek metabolik ısı üretirler. Merkezde üretilen ısı konveksiyon ve radyasyon yolu ile salkımın dış kabuğunda bulunan işçi arılara iletilir. Dış ortam ısısı azaldıkça salkım sıkılaşarak dıştaki arılar ısı kaynağına daha yakın olmak ve ısı kaybını en aza indirmek için birbirlerine daha da yaklaşırlar, yüzey alanını küçülterek salkımı sıkışmasın sağlarlar. Kolonilerde kışın oluşan kış salkımda atmosfer gazlarının konsantrasyonları değişir. Atmosferdeki oksijen ve (CO2) konsantrasyonları yükseltiye bağlı olarak değişmekle birlikte sırasıyla %21 ve %0,04 dolaylarındadır.Kış salkımıiçerisindeki oksijen miktarı doğal atmosferden %15 oranında daha azdır (hypoxia). Aynı zamanda karbondioksit miktarı da normal seviden daha yüksektir. Kolonide solunum ve metabolik faaliyetlerin yan ürünü olarak üretilen karbondioksit (CO2), zehirli olmayan boğucu bir gazdır. Karbondioksit, suni tohumlama gibi uygulamalarda da kullanılan anestezik-sakinleştirici etkilerinin yanı sıra genç ana arıların yumurtlamasını uyarmak için kullanılmaktadır. Arıcılıkta anestezik, sakinleştirici ve üremeyi uyarıcı maddeolarak kullanılankarbondioksit, kış arılarının fizyolojisinde bir dizitepkiyi tetikleyebilme özelliğine de sahiptir. Karbondioksit, kış salkımında çevre sıcaklığı ve metabolizma hızına bağlı olarak atmosferdeki normal miktarın 6 katına kadar yükselebilmektedir. Kış salkımındaki düşük oksijen ve yüksek konsantrasyondaki karbondioksit (CO2), kışlamadaki başarı için düşük metabolik (kontrollü uyku hali) koloni faaliyetlerinin sürdürülmesine yardım etmektedir. Kış aylarında bal arılarının kontrolü, kovan içi ve kış salkımındaki atmosfer gazlarının konsantrasyonlarını olumsuz etkileyerek uyku halinin bozulmasına neden olabilir. Kışlamada tehlikeli yüksek konsantrasyonlara ulaşan karbondioksit, arılar tarafından kontrollü olarak salkım hareketleri ile dengelenir. Kış salkımındaki düşük oksijen ve yüksek karbondioksit oranları koloninin metabolik ve fizyolojik aktivitesini normalden daha aşağı çekerek en az besin kullanımı ile koloninin hayatta kalmasına ekstra yardımcı işlev görür. Kış salkımının dışındaki ısı 10 0C'nin altına düşerse dış kısımda salkıma tutunan işçi arılar hipotermik şoka girerek salkımdan düşerek ölürler.
01/12/2025
